Özellikle Selçukluların yıkılışı ve Osmanlı Devleti’nin kuruluşu sırasında (13.-15. yüzyıllar) Anadolu’nun sosyal, siyasal, ekonomik ve askeri tarihinde en önemli roller üstlenen Ahi Teşkilatı, orijini Arap Fütüvvet Teşkilatı'na dayanmakla birlikte Anadolu’da kendine özgü bir gelişim evresi geçirerek Türklere has bir müessese haline gelmiştir. Ahiliği Anadolu’da teşkilatlandırarak etkili bir müessese haline getirdiği kabul edilen ilk lideri Ahi Evran (ö.1261), Selçuklular zamanında Azerbaycan üzerinden Anadolu’ya gelip yerleşen pek çok Türkmen şeyh ve dervişlerinden birisidir.
Beylikler zamanında ve Osmanlıların kuruluşu döneminde artık Selçuklu-Moğol otoritesi çökünce ve şehirleri de içeren beyliklerin kurulmasıyla Ahiler ön plana çıkmış, bunların gücü resmen tanınmış ve beylerden saygı görmeye başlamışlardı. İbn Batuta bir genelleme yaparak Anadolu’da bir beyin yaşamadığı şehirde Ahi reisinin kentin gerçek hakimi olduğunu söyler. Çok yönlü sosyal fonksiyonları bulunan Ahi birlikleri, Osmanlı Devletinin kuruluşunda rolü olan önemli teşekküllerin başında gelir. Bir kısmı fakı ve kadı olarak ilim alanında, bir kısmı vali, komutan olarak idari ve askeri alanda, bir kısmı şeyh ve mürşit olarak dini-tasavvufi hayatta ve bir kısmı da esnaf ve sanatkâr olarak ticari hayatta Osmanlı toplumunda çok önemli hizmetler görmüşlerdir.
Bu yüzden araştırmacılar Ahileri, mesleki-tasavvufi zümreler, esnaf örgütleri, beledi ve kolluk görevleri yürüten şehir teşkilatı, fütüvvet-tarikat, genç ve bekarlardan oluşan sanatkarlar zümresi vb. isimlerle anarlarken mahiyeti hakkında değişik fikirler öne sürmüşlerdir. Mahiyeti itibariyle Ahilikle ilgili söylenebilecek en doğru ifade, sünni olmakla birlikte bünyesinde batıni ve tasavvufi unsurlar taşıyan sentez bir teşekkül olduğudur.1 Ahilik, eski Türk inanç ve gelenekleriyle yeni İslami değerlerin Selçuklu ve Osmanlı Anadolu’suna özgü bir sentezi olarak görülmüştür. Bu sentezi oluşturan unsurlar tarihi-ideolojik unsurlarla sosyo-ekonomik unsurlar olarak ele alındığında, birinci unsurlar; fütüvvet, Batınilik, Melamilik, Şamanizm, ve eski Türk gelenekleri, ikincisi de Bizans loncalarının kalıntıları ve yerleşik hayat tarzının zorunlulukları olarak tasnif edilebilir. Yerleşik sünni Türklerle göçebe Türkmenler arasında ara bir yerde bulunan Ahi birlikleri, Sünnilikle Batınilik arasında bir köprü durumundadır. Ahiliği günümüzün klasik manada su katılmamış sünni bir kurum olarak kabul etmek 13. yüzyıl Anadolu’sunun sosyal yapısı düşünüldüğünde imkânsız görülmektedir. Zaten Osmanlı Devleti kuruluşunu tamamladıktan ve merkezi bir İmparatorluk haline geldikten sonra 16. yüzyıldan itibaren Ahilik, taşıdığı batıni unsurların da etkisiyle Bektaşi ve Melami topluluklar arasında dağılarak sadece bir esnaf teşkilatı olarak kalmışlardır. Ahilerin Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslamlaşmasındaki katkıları, göçebe Türkmen aşiretlerinin yerleşik hayata geçirilmesindeki hizmetleri, göçebe bozkır hayatına alışan insanların şehirlerde tutunabilmeleri veya yerleşik hayata geçebilmeleri için bir iş, bir sanat veya en azından bir meslek sahibi olmaları gerekiyordu. Ahi teşkilatının hizmetlerinden biri de Türkmenler arasında iş ve meslek kollarını yayarak onları yerleşik hayatın değerlerine alıştırmak olmuştur. Böylece kırsal hayatla şehir hayatını uzlaştırarak sosyal hayatı düzenlemedeki rolleri, siyasi belirsizlik ve otorite boşluğu zamanlarında mahalli idareyi ele alarak sosyal bir otokontrol sistemi kurmaları, ahlakla sanatı bütünleştirerek öz Türk kültürüne tasavvufi bir anlam yüklemek suretiyle dürüst ve istenen standartlarda mal ve hizmet üreten girişimcilerin yetiştiği zaviyeleri, alplık ve gazilik ülküsüne önem verdiklerinden askeri ve fütuhat sahasındaki özellikleriyle çok yönlü fonksiyonlar icra eden önemli bir Türk kurumu olduğunu göstermektedir. İbn Batuta’nın gözlemleri ve Ö.Lütfi Barkan’ın çalışmaları, Anadolu, Balkanlar ve Kırım’da yaygın en önemli zaviyelerin Ahilere ait olduğunu göstermektedir.
Ahi Terimi ve İlk Ahiler
Ahi kelimesi Arapça’da kardeşim demektir. Ahi kelimesinin Divan-ı Lügat’i-Türk ve Kutadgu Bilig gibi eski Türkçe metinlerde geçen “Akı” kelimesinden gelebileceğini düşünenler de vardır. Akı, cömert, yiğit, eli açık anlamlarına gelmektedir.2 Uygurca Turfan metinlerinde de “Akı” kelimesi cömert anlamında kullanılıyordu.3 Bununla beraber “Ağa” kelimesinin Ahi’den geldiğini öne sürenler de var.
Anadolu’daki Ahilik, yiğitlik ve cömertlik mefkuresi olarak İslam’ın doğuşu ve yayılmasından sonra Fütüvvet adıyla İslam dünyasında (Abbasiler zamanında) Bağdat’ta kurumlaşmıştı. Teşkilat olarak Fütüvvet, Arapça’da yiğit, genç anlamlarına gelen feta kelimesinden gelir. Horasan ve Maveraünnehire yayılan bu ideal insan tipi fetaya İranlılar civan-merd derler. 10.yüzyılda İslam kültürü dairesine giren Türkler de bu insan tipine akı, mesleğine de akılık dediler.
Bu bilgiler İbn Batuta tarafından tarihin aydınlığına çıkarılan Anadolu Ahi Teşkilatı’nın, birkaç yüzyıllık bir birikimin ürünü olduğunu ve Ahi teriminin 13. yüzyıldan önce de Türkistan ve İran Türkleri arasında kullanıla geldiğini göstermektedir. Cl. Cahen, ilk Ahilerin 11. yüzyılda İran’da yaşamış olduklarını belirtirken, Türk Ahilerinin liderinin Azerbaycan’da Ahi Türk diye bilinen biri olduğunu öne sürmüştür.5
Ahiliğin Temelleri
Ahilik, menşe bakımından Türk kültür ve sosyal yapısının bir eseri olmakla beraber, teşkilat ve kurum olarak da Arap kaynaklı Fütüvvet Teşkilatı’na dayanır. Araplar, İslam’dan önce kültürlerinde mevcut olan fütüvvet anlayışını İslami değerlerle geliştirerek sürdürmüşlerdi. İslam’dan önce şehirlerde huzursuzluk kaynağı olan ve belirli bir merkezden yönetilmeyen birbirinden bağımsız küçük, dağınık ama oldukça yaygın birlikler ve bunlardan oluşan sosyal sınıflar vardı. Ayyar (kanun tanımayan), şattar (kurnaz), evbaş (haydut), fityan, rünud (derbeder) vb. adlarla anılan bu fütüvvet birlikleri, Abbasi halifesi Nasır’a (1180-1225) kadar büyük İslam şehirlerini haraca keserek kendi adlarına vergi toplayacak duruma gelmişlerdi. Nasır, siyasi maslahatlarla fütüvvet örgütlerini yeniden teşkilatlandırarak bir bayrak altında toplamış ve buna tasavvufi değerler yüklenerek bir tarikat yapılanması olarak meşrulaştırılmış ve İslam dünyasına yayılmıştır. Fütüvvet, İslam dünyasındaki yiğitlik, gençlik ve cömertlik ülküsü olarak idealleştirilmiştir. Şövalyelik nasıl Ortaçağ Batı dünyasında ve Hristiyan aleminde kahramanlık ve yiğitlik ülküsü ise Fütüvvet de Ortaçağ İslam milletlerinde İslami ve insani değerler manzumesi olarak yayılmıştır. İranlılar da kendi kültürlerinde mevcut civanmerdi denilen kahramanlık ve yiğitlik ülküsünü İslami değerlerle geliştirerek yaşatmışlardır. Bu arada Türkçe cömert kelimesinin, Farsça civanmerd’ten geldiğini de belirtelim. Türkler de İslamiyet’le birlikte öz değerlerini İslami ahlak ve değerlerle geliştirerek devam ettirmişlerdir. Dolayısıyla Ahilik, Arap fütüvvet mefkuresinden etkilenmiştir. Tarih boyunca Anadolu’da Ahi tüzük ve yönetmeliklerin fütüvvetname diye adlandırılması ve özellikle bu fütüvvetnamelerin ünlü sufi Suhraverdi’nin fütüvvetnamesini kaynak göstermesi de bunu göstermektedir. Nasır, Fütüvvet ile ilgili düzenlemeleri, o zamanın meşhur mutasavvıflarından Şihabüddin Suhraverdi’nin (1145-1235) danışmanlığında yapmıştı. Fütüvvetnameler, fütüvvet ilkeleri ve bu teşkilata dair geniş bilgiler vermekteydi.7 İslam aleminin her tarafından bir çok devlet adamı Halife Nasır’dan fütüvvet şalvarı alarak bu teşkilata girdi. Bu sırada Selçuklu Sultanı I. Keykavus da 1215 tarihinde Nasır’dan fütüvvet şalvarı alarak bu teşkilata üye oldu. I. Alaaddin Keykubad zamanında ise halifenin danışmanı Suhraverdi, Konya’ya gelerek fütüvvet fikri ve teşkilatının Anadolu’da yayılmasına yardım etti.
Fr. Taeschner de teşkilat şeklindeki fütüvvetin köklerini Arabistan’da değil de Müslüman Araplar tarafından fethedilen kültür beldelerinde aranması gerektiğini ifade ederken bu kökler de Doğu Roma ve Sasani şehirlerinde bulunan eski dönemdeki genç-bekar birlik teşekküllerinde bulunduğunu öne sürmüştü.
Anadolu’da fütüvvet hareketi, adı geçen halifenin Selçuklu sultanları ile siyasi ve kültürel temasa geçmeleriyle başlamıştır. Şeyh Mecdüddin İshak, Bağdad’a gittiğinde dönüşünde birçok ilim adamı ve mutasavvıfla gelmişti. İbn Arabi, Şeyh Evhaduddin Kirmani, Ahi Evran bunlar arasındadır. Prof. M. Bayram’a göre Evhaduddin Kirmani, Ahi Evran’ın hocası ve kayınpederidir. İşte Fütüvvet Teşkilatı’na mensup şeyh ve dervişlerin Anadolu’da faaliyet göstermeleri ve Selçuklu sultanlarının onları himaye etmeleri sonucu bu teşkilat Anadolu’da yayılmıştır. Bir anlamda Ahilik, Anadolu Selçukluları zamanında kurulmuş Türk fütüvvet hareketidir. Türkler Fütüvvet Teşkilatı’nı Ahilik şeklinde yeniden organize etmiştir. Ancak bir farkla ki fütüvvet devlet eliyle organize edilirken, Ahilik toplumsal bir ihtiyaçtan doğmuş ve devletten bağımsız olarak teşekkül etmiştir. Ayrıca mahiyet ve fonksiyonları açısından da farklılıklar taşır. İbn Batuta’nın müşahedeleriyle Anadolu ve Balkanların hemen her köy, şehir ve kasabalarında var olduğunu bildiğimiz bu birlikler, geniş bir coğrafi sahadan ve uzun bir tarihi dönemden gelen unsurların orijinal bir sentezi olarak karşımıza çıkmaktadır.
Ahiliğin oluşumunda etkisi olduğu düşünülen unsurlardan birisi de Bizans loncalarıdır. Avrupa’daki loncalar, devlet eliyle düzenlenir ve denetlenirdi. Şehirlerde etkiliydiler. Ahiler ise uçlarda ve köylerde de yaygın olup, bilakis devletin olmadığı zamanlarda ortaya çıkar ve bağımsız hareket ederdi. Köprülü, Ahiliği Bizans korporasyonlarına (esnaf birliği) bağlı değil de Fütüvvet Teşkilatı’na bağlı esnaf örgütlerine dayandırmıştır.11 O. Nuri Ergin ise İstanbul’un fethinden sonra Osmanlıların esnaf teşkilatını doğu ve İslam ile batı ve Bizans’tan etkilenerek geliştirdiğini öne sürmüştür.12 Ancak loncalarda en önemli amaç ekonomik kazançlar iken Ahiliğin sonradan salt bir esnaf kuruluşu haline geldiğini belirtmeliyiz.
Ahiliğin dayandığı temellerden biri de Selçuklu şehirlerinde önemli bir yeri olan ve bir Türk kurumu olan İğdişlik müessesesidir. Şehirlerdeki bu zümreler her türlü yiyecek, giyecek ve ordunun ihtiyaçlarını karşılardı. Bu teşkilatın menşei Türkistan’a kadar uzanmaktadır. Anadolu Selçuklularında şehirlerin önde gelen kişilerine iğdiş denildiğini hatta şehirlerde ticari hayatı iğdişbaşının düzenlediğini belirtir13. İğdişler şehirlerarası hatta milletler arası ticaret yaptıklarından şehirlerin en etkili zümresiydiler. Şehir ayanı ve eşrafı sayılmışlardır. 13. asrın ortalarından itibaren Anadolu’da İğdişlerin yanında Ahiler de görülmeye başlar. Ahilerin İğdişlik’ten de önemli unsurlar almışlardı. 13. yüzyılın sonlarına gelindiğinde İğdişlik’in yerini Ahiler almıştır. Ahi teşkilatı fütüvvet kanalıyla İslami etkiler taşıdığı gibi, İğdişlik kanalıyla da Türklere has bir özellik göstermektedir. Ahilik kahramanlık ve cömertlik yönünden fütüvvetten, esnaf ve ticaret yönünden de iğdişlikten etkilenmiştir diyebiliriz.
Anadolu’da Ahiliğin Zuhuru
Moğol istilasıyla Asya içlerinden Anadolu’ya akın akın gelen Türk kitleleri arasında Türkmen şeyh ve dervişleri yanında tüccar, sanatkar, mutasavvıflar, alimler de bulunmaktaydı. Bu göç safhasında gelenler ani ve seri bir şekilde göç etmek zorunda kaldıklarından dil, şiir, müzik, hatta dini töre ve gelenekleriyle milli ve ırki özellikler taşıyorlardı. Bunların yerli nüfusa oranları sayıca daha fazla olması ve öte yandan maddi ve manevi değerleri, kültürleri ile Anadolu tam bir Türk yurdu halini aldı.15
Asya’nın uygar ve büyük Türk şehirlerinden gelen bu tüccar ve sanatkâr zümresi, yerli Rum meslektaşlarına rekabet edebilmek ve tutunabilmek için aralarında dayanışma ve birliğe muhtaçtılar. Bu dayanışma ve yardımlaşma önce göçebe Türk halkının en çok ihtiyaç duyduğu hayvan ürünlerinin işlenmesi ve kullanılması konusunda kendisini göstermektedir. Bu konuda en önemli hammadde ürünü şüphesiz deri olacaktır. İşte dericilik bir sanat ve meslek dalı olarak Türkler arasında en başta yayılanı olmuştur. Ahi Evran’ın de debbağların piri olması bu gerçeğin en önemli göstergesidir.
Göçlerle Anadolu’ya gelen Türk kitlelerini yerleştirmek, ihtiyaç duyanlara her alanda yardım etmek, istila devirlerinde devlete yardımcı olmak üzere silahlı kuvvetlerle düşmana karşı mücadele etmek, Türklük şuurunu sanatta, edebiyatta, gelenek ve göreneklerde yaşatmak ve Türk töresini Anadolu’da hakim kılmak. İbn Batuta ve Evliya Çelebi’nin verdiği bilgiler dahi bize bu örgütün Türk kültürüne ve sosyal hayatına çok şeyler kazandırdığına dair bir fikir vermeye kâfidir. Şehirlerden köylere ve uc beldelere kadar yayılan bu örgüt kurduğu zaviye ağlarıyla bu yaban ellere gelen Türklerin yerleşik hayatın değerlerine adaptasyonuna hizmet etmiştir.
İstilanın önünden kaçıp gelenlerin Anadolu’ya yerleşmesinden sonra, 1243 Kösedağ Savaşı'yla Moğollar Anadolu’ya hakim oldular. Anadolu’nun dirlik düzeni bozulmuş, sosyal hayat felç olmuştu. Halk, Moğol genel valileri ve onların kuklası Selçuklu yöneticilerince soyup soğana çevriliyordu. Bu huzursuzlukların sonucu başta Türkmenler olmak üzere halk isyan ediyor, Moğollara karşı bağımsızlık mücadelesi veriyorlardı. Bu kez Moğol hanları Anadolu’ya seferler düzenleyerek katliam yapıyorlardı. Uçlara dağılan Türkmen beylikleri bu zulme karşı sağlam bir milli duruş sergiliyor, Anadolu’da milli şuurun uyanışını tetikliyorlardı.
Bu arada Moğol istilasının önünden kaçıp gelenler arasında fütüvvet erbabı ve Abbasilerin son dönemlerine rastlayan bu yıllarda Yesevi dervişleri, Hacı Bektaş Veli, Evhaduddin-i Kirmani, Ahi Evran vd. de Anadolu’ya gelip kesin olarak yerleşiyorlardı. Sosyal problemlerin halkı dünyasından bezdirdiği bu istila devirlerinde adı geçenlerin her biri, tekke ve zaviyelerinde halkın maneviyatlarını yükseltmek, milli duygularını ayakta tutmak ve sosyal hayatın ahenkli bir şekilde devamını sağlamak için faaliyetlerini Anadolu’da sürdürmekteydiler.
Her sosyal müessese, içinden çıktığı toplumun belli ihtiyaçlarını karşılamak için teşekkül ettiğine göre Selçuklu Anadolu’sunda ortaya çıkan Ahilik de bu şartlar içerisinde organizasyonunu tamamlayarak Anadolu toplumunun huzur ve güveni için özündeki özellikleri hayata geçirerek önemli hizmetler gördüler. Ahiliğin karışıklık dönemlerinde toplumun değişen ihtiyaçlarına bağlı olarak değiştiğini görüyoruz. Son tahlilde Ahilik önemli siyasi, askeri, sosyal ve dini-tasavvufi hizmetler verdikten sonra, yalnızca esnaf ve sanatkâr gruplarını içine alan bir teşkilat haline gelmiştir.
Aşıkpaşazâde, tarihinin sadece bir yerinde Anadolu’da önemli dört teşkilattan bahsederken, ikinci olarak Ahiyyan-ı Rum’dan (Anadolu Ahileri) söz etmiştir.16 Anadolu Ahilerinden bahseden en önemli kaynak ise İbn Batuta seyahatnamesidir. Osmanlı Beyliği topraklarında da gezen Tancalı seyyah, Orhan Bey’in nüfuzlu bir lider olduğundan ve Bursa’nın zenginliğinden sitayişle söz eder. 1330 yılında Anadolu’nun birçok şehir, kasaba ve köylerini gezdiğinde, gittiği her yerde Ahi zaviyelerinde misafir edilmişti. O, “Ahiler bilad-ı Rum’da sakin Türkmen akvamının her vilayet ve belde ve karyesinde mevcuttur. Ecanibe ibraz-ı refet ve fütüvvet, ıtamına ve ifa-i havayicine musaraat, cebabireyi tenkil ve imha ve avan-ı zulm ve taaddi ile bunlara iltihak eden eşirrayı katl ve ifna hususunda bunların dünyada misli yoktur. Oraca Ahi, gayr-i müteehhil ve mücerret gençlerden ehli sanat ve sairenin bi’l-içtima kendilerine reis intihab ettikleri adama ıtlak ve bu cemiyete dahi fütüvvet tesmiye edilir… Reis bir zaviye inşa ile kaliçe ve sair muhtaç olduğu eşya ile tefriş ve kanadıl talık eder… O gün beldeye bir misafir gelirse zaviyelerine mihman ederler ve alınan şeylerle ana ziyafet çekerler. Bir kimse gelmediği halde ekl-i taam için toplanıp yemek yerler taganni ve raks ederler ve sabahleyin icra-i sanata giderek bade’l-asr yine kaffesi kazandıklarını reise getiriler. Bunlara fityan ve reislerine de Ahi derler” diyerek Ahiler hakkında önemli bilgiler verir.17
Selçuklu Anadolu’sunda Ahiler zengin ve nüfuzlu kimseler olup, bulundukları şehirde büyük ölçüde söz sahibiydiler. Bu Ahiler sadece belli meslek ve sanat dallarının üyeleri değillerdir. Anadolu şehir halkının çeşitli kesimlerinden gelmektedirler.
Ahi Evran
Adı efsanelere karışan Ahi Evran’ın Anadolu Ahi geleneği içinde önemli bir yeri vardır. Onun hayatı ve tarihsel kimliğiyle ilgili bilgileri Prof. M. Bayram gün yüzüne çıkarmıştır. Aşıkpaşazade, Orhan Gazi zamanı azizleri arasında Ahi Evran’ı de sayar.18 Ahilik, ilk zamanlarda dericilikle alakalı sanatların daha sonra da bütün sanatların piri kabul edilen Ahi Evran’ın menkıbevi kişiliği çevresinde oluşan Ahi Evran geleneği etrafında gelişmiştir. Ahiliği, fütüvvet birliklerinden ve Bizans korporasyonlarından ayıran temel özelliklerden biri de Ahi Evran geleneğidir. Ahi Evran’ın tam adı, Nasırüddin Ebu’l-Hakayık Mahmud b. Ahmed el-Hoyî olarak geçmektedir ki bu da O’nun Azerbaycan’ın Hoy beldesinden olduğunu göstermektedir.19 Gerek menakıbnamelerde ve gerek Ahi Şecerename ve fütüvvetnamelerde adı bu şekilde geçmektedir. 1204 yıllarında Bağdat’a geldiği anlaşılan Ahi Evran burada Evhaduddin Kirmani ile tanışarak ömrünün sonuna kadar ona bağlılığı devam etmiştir. Üstadının aracılığıyla burada Fütüvvet teşkilatına girdiği anlaşılıyor. Selçuklu sultanı cülusunu halifeye bildirmek üzere Şeyh Mecdüddin İshakı Bağdad’a göndermiş (1204), Anadolu’ya dönerken beraberinde İbn Arabi, Evhaduddin-i Kirmani ve Ahi Evran’ı de getirmiştir. Ahi Evran Anadolu’ya geldiğinde önce hocası Kirmanî ile birlikte Kayseri’de yerleşmiş ve burada bir debbağ atölyesi kurmuştu. Kayseri’deki Debbağlar Mahallesi günümüze kadar ulaşmıştır. Hacı Bektaş Veli’nin Vilayetnamesinde de Ahi Evran’ın Kayseri’de bir debbağ atölyesi kurduğu görülmektedir.20
Ahi Evran burada Ahiliği, Anadolu’ya has adap ve erkanıyla yeniden organize ederek merkezi, bürokratik ve hiyerarşik bir teşkilat olarak kurdu. Bunu yaparken Fütüvvet ve iğdişlik teşkilatlarından yararlanmıştır. Ahi birlikleri kuruluşundan itibaren tamamen milli bir özellik göstermiştir. Kayseri’de devletin de desteğiyle sanatkârların mesleklerini icra edebilmeleri için bir sanayi sitesi inşa edilmişti. Debbağ olan Ahi Evran, bütün esnaf ve sanatkârların lideri olarak bu sanayi sitesinde hizmet vermiş ve bu yüzden tarih boyunca debbağların piri ve 32 çeşit sanatkârlar zümresinin lideri olarak kabul edilmiştir. Daha Selçuklular zamanında sultanlar tarafından destek ve himaye gören Ahi Evran’ın şöhreti tüm Anadolu’ya yayılmıştı. Zamanla bu örgüt gelişerek tüm Osmanlı topraklarındaki Ahi zaviyeleri, Kırşehir merkez olarak tek yönetim altında toplanmıştır. Ahilerin en büyük destekçisi Alaaddin Keykubad ölünce tahta geçen II. Gıyaseddin Keyhüsrev zamanında Ahi ve Türkmenler takibat ve baskıya uğramış, çıkan siyasi ve sosyal karışıklıklar sonucu Ahi Evran’ın de aralarında bulunduğu birçok Ahi tutuklanmış, bir kısmı da katledilmişti. Kösedağ bozgunundan sonra başlayan kaos ve işgal döneminde Kayseri, Ahilerin savunmasına rağmen yağmalanmış ve buradaki Ahi teşkilatı dağılmış, Ahi Evran de Kırşehir’e gitmişti. Prof. Bayram, Ahi Evran’ın Kırşehir’e gidişini, Mevlana’nın şeyhi Şems-i Tebriz’in ölümüne adının karışmasıyla ilişkilendirir. Bu sırada Mevlana’nın oğlu Alaaddin Çelebi de Kırşehir’e gitmiştir.
Ahi Evran Kırşehir’de 14 yıl kalmış ve burada ölmüştür. Ahilik bu şehirde çok güçlenmişti ve Kırşehir Ahiliğin merkezi olmuştu. Ahiler bundan sonra Moğollara karşı bağımsızlık mücadelesinde Türkmenlerle birlikte savaşmıştır. O sırada Kırşehir emirliğine getirilen Nureddin Caca, şehirdeki Türkmen ve Ahileri tenkil emek istemiş Ahiler de isyan ederek Caca Beyi şehre sokmamışlardı. Bunun üzerine getirilen takviye birlikler Kırşehir’de büyük katliam yaptılar. İşte bu sırada Mevlana’nın oğlu Alaaddin Çelebi ve Ahi Evran da öldürüldü (1261).21
I. Murad zamanında Ankara Ahileri şehri Osmanlılara teslim edince Kırşehir de Osmanlı idaresine geçti. Bundan sonra Ahi Evran mezarına da ihtimam gösterilmiş olmalıdır ki II. Murad ve Fatih zamanlarında Ahi Evran’ın türbe, zaviye ve camisi inşa edilmiştir.
Ahi Evran’ın ölümünden sonra Ahiler Türkmenlerle birlikte uçlara ve Osmanlı Beyliği topraklarına doğru yayılmıştır. Bu da Osmanlı Devleti’nin kuruluş ve gelişmesi için hayırlı sonuçlar doğurmuştur. Kırşehir’deki isyanın bastırılmasından sonra uçlara dağılan Ahiler ve Türkmenler, aynı zamanda serhat boylarının ve Balkanların Türkleşme ve İslamlaşmasına önemli katkılar sağladılar. Bir Ahi reisi olan Şeyh Edebali’nin Söğüt ve Bilecik uçlarındaki faaliyetleri ve ilk Osmanlı hükümdarları ile ilişkileri, İbn Batuta’nın bölgedeki Ahi zaviyeleri ile ilgili anlattıkları, Ahilerin bu önemli rollerini göstermektedir.
Kuvvetli bir merkeziyetçilik tesisinden sonra lonca halinde gelişen esnaf birlikleri için, “32 lonca bir olunca sadrazam düşürür” sözü onların sonraki zamanlarda da devletin iktisadi yapısındaki kudretini göstermektedir. Gelişen şehir ekonomilerinin gereklerine uygun olarak lonca sistemine dönüşse de Ahilik ve Ahi Evran geleneği kaybolmamış, Debbağlar diğer loncalar üzerinde nüfuzunu devam ettirmiştir. Ahi Evran tüm esnaf ve sanatkârların manevi piri olma vasfını sürdürmüştür. Kırşehir’deki zaviyedeki Ahi Baba, asırlar boyunca Anadolu, Rumeli, Bosna ve hatta Kırım’da tanınıyordu. Ahi Evran bu şekilde yalnız debbağların değil bütün Türk lonca teşkilatının piri haline geldi. Kırşehir’deki Ahi Baba’ların (Şeyhlerin) mevkileri birçok defa padişah fermanları ile tasdik edilmiştir.
Siyasi-askeri fonksiyonları
Özellikle Selçukluların son zamanlarında ve beylikler dönemindeki siyasi buhranlar sırasında öne çıkan Ahiler, mahalli otorite birimleri olarak rol almışlardı. Osmanlıların ilk döneminde de gerek siyasi ve gerek askeri sahada önemi fonksiyonlar icra etmişlerdir. Selçuklu Devleti’nin yönetici kadroları ve bürokratik unsurları İran ve Moğol gibi yabancı unsurların hakimiyeti altında ve resmi dil Farsça olmasına rağmen, yeni kurulmakta olan Osmanlı Devleti’nin yönetici kadroları, bürokrasisi ve resmi dili Türkçedir. Bunda en önemli pay kuşkusuz Türkmenler ve Ahilerin uçlarda yoğunlaşıp enerjilerini uçlardaki Türkmen beylerinin emri altında sarf etmeleridir.
Ahilerin Anadolu’daki sosyal, iktisadi, askeri ve siyasi faaliyetleri, ilk Osmanlı beylerinin ihtiyaç duydukları bürokratik ve askeri unsurların Ahi zaviyelerinden sağlanabileceğini göstermiştir. Bu itibarla Ahiler Osmanlı Devleti’nin kuruluş döneminde ülke yönetimi ve politikası ile iç içe bulunmuş, toplum içinde hemen her bakımından etkili ve yönlendirici olmuşlardır. Aşıkpaşazade de Osmanlı Devleti’nin kuruluşu sırasında faal rol oynayan dört kuruluştan bahsederken Ahilerden Ahiyan-ı Rum diye söz etmiştir. Osmanlı Beyliği özellikle Ahilerin desteğini sağladığı için kısa sürede gelişmiştir. Osman Gazi’ye ilk defa padişahlık ve devlet kuruculuk müjdeleyen ve onu bu yola yönelten zaviye sahibi bir Ahi lideri olan Şeyh Edebali olmuştur.22 Aşıkpaşazade, Edebali için, “bir derviş idi fakat dervişlik batınında idi sahib-i çerağdı daim misafirhanesi hali olmazdı” demek suretiyle zaviyesi gelip geçen yolcuya, fukara ve gurabaya açık, koyun sürüleri ve adamları çok bir Ahi lideri olarak tasvir etmektedir.23 Neşrî, tarihinde Edebali’nin, kardeşi Ahi Şemseddin ve yeğeni Ahi Hasan’dan bahsetmektedir ki bu da onun bir Ahi reisi olduğunu kuvvetlendirmektedir. Kırşehirli tarihçi C. Hakkı Tarım da Edebali’nin Kırşehir’den uçlara göçtüğünü yazar.
Ahiler savaş zamanlarında organize siyasi birlikler olarak, teşkilat halinde şehir savunmasına katılmışlardı. Ahilerin Osmanlıların son zamanlarına kadar bellerinde kama ve hançer taşımaları bu duygu ve düşüncenin sembolik bir devamıdır. Konya Ahileri, mesela önemli liderleri Ahi Ahmedşah, 13. yüzyılın ikinci yarısında şehrin işgali karşısında hükümete yardımcı olmuş, sırası gelince Mevlevilerle omuz omuza vererek şehrin güvenliğini ve düzenini korumaya çalışmışlardır. Türkmen saldırılarına karşı da mesela Cimri hadisesinde de Ahiler hükümetten yana tavır takınarak başkenti işgale karşı korumaya çalışmışlardı. Ahi liderlerinin emrinde birkaç bin asker bulunuyor ve çok büyük servete sahip olabiliyorlardı. İpek tüccarı olan Ahi Ahmedşah’ın Konya ve Tebriz’de ticarethaneleri bulunmaktaydı. Ahilerin Moğollara karşı tutumu da sertti ve halkın çıkarlarını korumaya çalışırlardı.
Gerek Selçuklu yönetimi ve gerekse Moğollar Ahiler ile sürekli işbirliği yapmak zorunda kalıyorlardı. Dini ve milli açıdan Moğollara daima karşı olan Ahiler, ekonomik ve toplumsal açıdan da Türkmenlere karşı oldukları görülmektedir. Ancak yeri gelince Ahilerle Türkmenlerin Moğollara karşı ortak mücadele ettiklerini belirtmeliyiz. Moğolların Kayseri kuşatmasında Ahiler şehri savunmuşlardı.
Osman Bey ve etrafındaki çevik gençlerin toplandığı ve kendisiyle birlikte akınlara çıktığı Osmanlı kaynaklarında sık geçer. Ganimet amacıyla çıkılan bu akınlara gençlerin çıkacağı pek tabiidir. Bu çevik genç tanımından fityan örgütünü anlamalıyız ki Ahi şecerename ve fütüvvetnamelerinde geçen Ahiyetü’l-fityan tabiri bunu göstermektedir. Osman Gazi’nin silah arkadaşlarına yoldaş denmesi, Ahi reislerine ‘yol atası’ ve üyesine ‘yol kardeşi’ denmesi ilk Osmanlı beylerinin en yakınlarının Ahiliğe mensup olduklarını göstermektedir. P. Wittek de ünlü gaza teorisinde bütün alp-eren ve gazilerin Fütüvvet ilkelerine bağlı olduklarını belirtmişti.
Osman Bey vefat ettiğinde Beyliğin başına geçen Orhan, Ahilerin onayıyla göreve başlamıştır. Orhan Bey, Bursa’nın fethinde önemli hizmetleri olan Ahi liderlerine zengin vakıflarla desteklenen zaviyeler inşa ettirmiştir. Orhan’ın vefatı ile de I. Murad Ahilerin geniş çapta desteği ve daveti ile başa geçmiştir. Fiilen Ahilerin liderliğini üstlenen Murad Gazi, akrabalık tesis ettiği Ahi Musa’ya Malkara’da yaptırmış olduğu zaviyenin icazetname ve vakfiyesinde “…Ahilerimden kuşanduğum kuşağı Ahi Musa’ya kendü elimle kuşadub Malkara’ya Ahi dikdim…” ifadesinden onun Ahi reisi durumunda oluğu anlaşılmaktadır.27
Osmanlı ordusu başlangıçta, alp, alp-eren, gazi, akıncı, savaşçı Türkmen askerlerinden mürekkep atlı süvarilerden oluşmaktaydı. Orhan Bey daha sonra piyade birlikler olan ‘yaya ve müsellem’ teşkilatını kurdu. Bu teşkilatın askerleri kırsalda oturan aşiret kuvvetleri ile gönüllü gençlerden oluşuyordu. Yeniçeri askeri teşkilatı kurulana kadar bunlar akınlarda ve savaşlarda önemli hizmetler gördüler. Ak börk giyen bu askerler taşrada kızıl börklü tımarlı sipahilerden ayrılmıştı. I. Murad, Edirne’nin fethinden sonra Balkanlara doğru genişleyen fütuhat ve gaza faaliyetlerinden dolayı düzenli ve büyük bir ordu gücüne ihtiyaç duymuştu. Bu yüzden fethedilen topraklarda esir edilen Hıristiyan gençler devşirilerek asker olarak yetiştirilmeye başlar. Yeniçeri Ocağı ile aynı zamanda uc kuvvetlerine karşı merkezi temsil edecek bir denge gücünün sağlanması amaçlanmıştı. Yeniçeriler arasına alınan birlikler askerileştirilirken esnaf şeyhleri, Ahi babaları ve kethüdalarla yönetiliyordu. Bir eğitim öğretim ocağı niteliğindeki Ahi zaviyeleri, Türk kültürü ve terbiyesiyle yetiştirdiği devşirme asker adaylarının her türlü iaşe, silah ve elbise ihtiyacını karşılıyordu. Ahiliğe mensup üyeler beyaz bir keçeden külah giyerlerdi. Bu beyaz serpuş (ak börk) aynen Yeniçerilere de giydirilmiştir. Daha Oran Bey zamanında askerler, Anadolu’daki kızıl börklü (Kızılbaş) savaşçılardan farklı olarak ak börk kullanmaya başlamıştı. Kısaca Yeniçeriler, Fatih dönemindeki yeniliklere kadar Ahilerin üniformalarını taklit etmişlerdi.
Ahiler bazı şehirlerin idaresine de hakimdiler. Mesela Ankara Ahileri, şehirde adeta bir Cumhuriyet kurmuşlardı. Ankara kalesini Sultan Murad’a Ahiler teslim etmişlerdi. Ayrıca 1422 yılında II. Murad İstanbul’u kuşatınca Şehzade (Düzmece) Mustafa Çelebi, topladığı kuvvetler ile Bursa üzerine yürümüş, şehirde güçlü olan Ahiler, Bursa’yı savunmuşlar ve Şehzade Mustafa’nın kuşatmayı kaldırmasını sağlamışlardı.29
15.yüzyıldan sonra Anadolu’da kuvvetli bir siyasi merkeziyet kurduktan sonra Ahilerin siyasi ve askeri etkileri azalmıştır. Bundan böyle Ahiler varlıklarını 18. yüzyıla kadar Esnaf ve Sanatkârlar Teşkilatı haline dönüşerek devam ettirmişlerdir. Osmanlı Devleti’nin siyaseten genişlemesi ve müslim-gayrimüslim farkı gözetmeden sanat ve ticaret hayatını yeniden düzenlemesi sonucu yeni bir organizasyona girerek gedik halini almışlar ve kentlerdeki loncalar olarak şehrin ekonomik faaliyetlerini sürdürmüşlerdir.